Osmanlıların Kıbrıs’ta Kurduğu İdari Düzen

Kıbrıs adasının fethi tamamlanır tamamlanmaz, Osmanlı idarecileri Kıbrıs’ı İstanbul’a bağlı bir beylerbeylik durumuna getirirler. Kıbrıs Beylerbeyliğine merkez Lefkoşa ile birlikte adadan Baf, Girne ve Mağusa sancakları, Kıbrıs dışından ise Alâiye, Tarsus, İçel, Zülkadriye, Sis ve Trablusşam sancakları bağlanmıştır. Anadolu’dan Kıbrıs adasına sancak bağlanmasının sebepleri arasında adanın ilk başta gelirinin düşük olması ve güvenliğinin daha kolaylıkla sağlanması sayılabilir. Kıbrıs adası, başkenti Lefkoşa olmak üzere, Tuzla, Limasol, Piskopu, Gilan, Evdim, Kukla, Baf, Hirsofu, Lefke, Pendaya, Omorfa, Girne, Karpas, Mağusa ve Mesarya şeklinde 16 kazaya ayrılmıştır. Başkent Lefkoşa ise birer kaza büyüklüğünde olan Değirmenlik ve Dağ adlı iki nahiyeye bölünmüştür.

Osmanlı Devletinin Girit ve Mora’da Venedikliler ile çatışmaları sonucunda Akdeniz’deki ticaretin durması, adada çekirgelerin ve iklimin yol açtığı kıtlık ile diğer sayısız sorun, imkânı olan Kıbrıslıların daha iyi bir yaşam için Suriye ve Anadolu kıyılarına göç etmelerine neden olmaktaydı. Bu sebeplerle nüfusu ve geliri azalan Kıbrıs, beylerbeylik yıllığını karşılayamayacak hâle gelince, Divan-ı Hümâyun, 1670 yılında Kıbrıs adasındaki beylerbeylik teşkilatına son vermiştir. Bu yıldan itibaren adanın idaresi Osmanlı kaptan-ı deryası vekilliğine bırakılarak Kaptan Paşa’nın atadığı mütesellimler tarafından 1703 yılına kadar yönetilmiştir.

1703 yılından itibaren Kıbrıs adası sadrazam olarak görevlendirilen kişilere has olarak verilmiştir. Sadrazamlar da adayı yıllık olarak iltizam şeklinde vergi toplayıcı anlamına gelen muhassıllara kiralamışlardır. Kıbrıs adasındaki Sadrazamın idaresine 1745-1748 yılları arasında geçici olarak son verilerek, doğrudan Divan-ı Hümâyundan tayin edilen üç tuğlu paşalar atanmıştır. Bu dönemde Kıbrıs adasında Abdullah Paşa, Pir Mustafa Paşa ve Ebubekir Paşa görev yapmışlardır. 1748 yılından itibaren bağımsız eyalet uygulamasından vazgeçilerek, Kıbrıs tekrar vezir-i azam olanlara has olarak verilmiş ve bu uygulamaya 1785 yılına kadar devam edilmiştir. Bu yılda Kıbrıs sadrazam hassı olmaktan çıkarılarak Divan-ı Hümâyun’a bağlı bir muhassıllık hâline getirilmiştir. Kıbrıs, bu statüyü 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar korumuştur.

Tanzimat sonrasında Kıbrıs adası Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletine bağlı bir sancağa dönüştürülüp idaresine kaymakam unvanıyla bir mutasarrıf tayin olunur. Bu dönemle birlikte adada idarî, adlî, hukukî pek çok yeniliğin uygulamaya konulduğu ve yönetiminin daha yerel ve özerk bir duruma geldiği bir dönem başlar. Tanzimat Fermanı’nın getirdiği değişikliklere paralel olarak Kıbrıs altı kazaya bölünür. Buralarda imparatorluğun genelindeki gibi kaymakamlara yardımcı olmak üzere Müslüman ve gayrimüslimlerin temsilcilerinin bulunacağı birer kaza idare meclisi ve yargı meclisi oluşturulur. Merkez Lefkoşa’da ise mutasarrıf başkanlığında ona danışmanlık yapmak üzere bir sancak idare meclisi kurulur. Bu meclislerde Türkler, Rumlar ve diğer azınlıklar nüfuslarıyla orantılı olarak temsil edilmişlerdir. Kıbrıs, 1861 yılında Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletinden ayrılarak İstanbul’a bağlı bağımsız bir mutasarrıflık yapılır. 1868 yılında yapılan bir değişiklikle ada, bu sefer de Çanakkale eyaletine bağlı bir mutasarrıflığa çevrilir. Ancak bu bölgenin Kıbrıs’a uzaklığı sebebiyle 1870 yılında Kıbrıs’ın Çanakkale’ye olan bağlılığına son verilerek 1878’de İngiltere’ye devrine kadar İstanbul’a bağlı bir mutasarrıflık olarak bırakılır.

Osmanlılar Kıbrıs adasını ele geçirince, imparatorluğun diğer bölgelerinde olduğu gibi, adada da şeriye mahkemeleri kurmuşlardır. Şer‘i mahkemeler, adadaki tüm Osmanlı vatandaşlarının aralarındaki anlaşmazlıkları Müslüman-gayrimüslim farkı gözetmeksizin çözmeye çalışırdı. Kıbrıslı gayrimüslimler, kendi aralarında meydana gelen hukukî sorunlarını kilise mahkemelerinde çözme hakkına sahip olmalarına rağmen şer‘i mahkemeyi kullanmaktan çekinmemişlerdir. Ayrıca Kıbrıslılar, kendi kazalarındaki mahkemeler yerine, daha kesin sonuç alabilecekleri Lefkoşa’daki mahkemeyi tercih etmektedirler. Söz konusu mahkeme İbrahim Paşa Mahallesinde, mahalledeki camii şerifin yanında bulunmaktadır.

Tanzimat Fermanı’nın ilânıyla birlikte, şeriye mahkemelerinin görev yaptığı sahalarda ise bir dizi düzenlemeler yapılarak yeni mahkemeler açılmıştır. Bunlar ticaret, nizamiye ve temyiz mahkemeleridir. Söz konusu mahkemelerde Müslüman ve gayrimüslimler eşit miktarda üyelerle temsil edilmekteydiler. Kıbrıs adasındaki ticaret mahkemesi Batılı konsolosların isteği doğrultusunda Tuzla kazasında kurulmuştu. Şeriye mahkemeleri ise, görev alanları daraltılmış olarak çalışmalarına devam etmiştir.

* Prof. Dr. Ali Efdal Özkul’un aynı başlıklı makalesinden alınmıştır.