Sosyo-Ekonomik Hayat

Kıbrıs adasının fethedilmesiyle birlikte Osmanlılar karşılarında feodal sistem yüzünden halkı köle statüsünde yaşayan, zirai üretimi yetersiz ve ticareti kalkındırmaya muhtaç bir ada buldular. Kıbrıs’ın sosyal ve ekonomik yönden ilerlemesi için Anadolu’dan Müslmüman Türkler sürgün yöntemiyle adaya göç ettirilir. Ayrıca adadaki feodal yapıya ve angaryaya da son verilir.

Osmanlı toplumunun genelinde olduğu gibi, ülkenin bir parçası olan Kıbrıs toplumu da farklı dil, din, milliyet ve kültüre mensup insanlardan oluşuyordu. Kıbrıs toplumunu oluşturan halkları dinî ve kültürel bakımından tanımlamak gerekirse, Müslüman deyince Türkler, gayrimüslim deyince Ortodoks Rumlar başta olmak üzere, Ermeniler, Maronitler, Yahudiler, Frenkler (Lâtinler) ve adaya ticaret için gelen müstemen tüccarlar anlaşılır. Osmanlı idaresinde iken Kıbrıs adasında toplum kesimlerinde bu farklılıklardan ileri gelen herhangi bir çatışma söz konusu olmadığı söylenebilir. Bunda Osmanlı yönetiminin adalet, eşitlik, din ve vicdan hürriyeti, engin hoşgörü gibi temel kavramları titizlikle uygulaması oldukça etkili olmuştur. Kıbrıslı Türkler arasında günlük hayatta dönemin şartlarına ve durumuna göre yapılabilecek her türlü ilişki meydana gelmiştir denilebilir. Kıbrıs adasında Müslüman toplumu, sadece erkekler olarak değil kadınla birlikte düşünülmüştür. Çünkü Kıbrıslı kadınlar hemen hemen hiçbir dalda erkeklerden geri kalmamıştır. Adadaki insanlar sadece kendi çevrelerindeki insanlarla ilişki kurmamaktadırlar. Kıbrıs adasının farklı bölgelerinde oturan insanlar arasında da çeşitli şekillerde ilişki söz konusu olmaktadır.

Adadaki Müslümanlar arasında ailevî açıdan meydana gelen ilişkilerin başlangıcı olarak yapılan evlilikleri kabul edebiliriz. Osmanlı tarihinin daha önceki dönemlerinde ve bölgelerinde görüldüğü gibi, Kıbrıs’ta farklı dinler ve cemaatlar arasında evlilikler yapılmaktadır. Adada toplumlar arası evliliklerin daha çok Müslüman erkeklerle gayrimüslim bayanlar arasında gerçekleştiği görülmektedir. Kıbrıs Ortodoks kilisesi, yapılan bu tür evliliklere şiddetle karşı çıkmaktadır. Söz konusu evlilikleri yapanları aforoz etmektedir.

Evlenmenin olumsuz bir sonucu olan boşanmanın imparatorluğun diğer bölgelerinde olduğu gibi Kıbrıs adasında da yaygın olduğu görülmektedir. 1726-50 yılları arasında toplam 278 adet boşanma kaydına rastlanmış ve bunların 262’si Müslümanlar arasında cereyan etmiştir. Osmanlı ülkesinde olduğu gibi Kıbrıs’ta da boşanma, şer‘î hükümlere göre talâk, muhâlaa ve tefrik şeklinde gerçekleşmektedir. Boşanma türlerinden muhalaanın, Kıbrıs adasında genellikle diğerlerine nazaran daha fazla tercih edildiğini mahkeme defterlerinden öğrenmekteyiz. Meydana gelen boşanmaların nedenleri ise, kayıtlara çoğunlukla şiddetli geçimsizlik olarak geçmiştir.

Ailesel ilişkilerin bir başka boyutu da çocuklarda ortaya çıkmaktadır. Müslümanlar gibi, adada yaşayan gayrimüslimlerin de mahkemeye başvurarak ebeveynlerinden birisi ölen çocuklarına vasi atanmasını istedikleri görülmektedir. Ayrıca vasi tayin edilmesini gerektiren bir başka durum da, kimsesiz çocuklarla ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Kendilerine bakacak hiçbir yakınları olmayan kimsesiz çocuklar, kadının uygun gördüğü güvenilir birisinin vasiliğine bırakılmaktadırlar.

Kıbrıs’ta ölen kişinin mirası Lefkoşa şer‘î mahkemesi tarafından görevlendirilen kassamlar aracılığıyla eşi, çocukları ve akrabaları arasında paylaştırılmaktadır. Çocuklar arasındaki miras paylaşımında, gerek gayrimüslimlerde gerek Müslümanlarda kız çocuklar mirastan erkek çocukların aldığı miktarın yarısını alıyorlardı. Miras paylaşımında anlaşmazlıklar çıktığında Osmanlı ülkesinin diğer bölgelerinde olduğu gibi Kıbrıs’ta da bu anlaşmazlıklar mahkeme tarafından çözülmektedir.

Ölen ebeveynlerden sonra çocuklarına, boşanan çocuklu çiftlerin genellikle anneye verilen çocuklarına ve kimsesiz çocuklara olmak üzere üç türlü nafaka takdiri söz konusudur. Kıbrıs’ta yaşayan Müslim ve gayrimüslimler bu sistemi uygulamıştır. Vasi olarak atanan kişiler, himâyelerindeki çocuklar için, annelerinden veya babalarından kalan mirastan çocukların günlük masraflarını karşılamak üzere, nafaka ve kisve-bahası (giyim-kuşam parası)’nın belirlenmesi için mahkemeye başvurmaktadırlar. Kadı da mirasın durumuna göre değişen miktarlarda nafaka takdir etmektedir. Kıbrıs adası da 1726-50 yılları arası dönemde ortalama 2.01 para nafaka takdir edilmiştir. Nafaka miktarı belirlenirken erkek ya da kız çocuklar arasında herhangi bir ayrım yapılmadığı görülmektedir.

Kıbrıs adasında Müslümanlar arasında meydana gelen ilişkilerin birçoğu Kıbrıslı gayrimüslimler arasında da yaşanmıştır. Kıbrıs’ta yaşayan değişik topluluklara mensup insanlar arasında hiçbir fark gözetmeden işlem yapan şer‘î mahkeme, adada yaşayan gayrimüslimler tarafından kullanıldığı gibi, ülke dışından Kıbrıs adasına gelen müstemen tüccarlar tarafından da tercih edilmiştir.

İslâm hukukuna göre, bir ceza davasında bir gayrimüslime yemin teklif edilmesi yasal olmamakla birlikte, gerek XVIII. yüzyılın ilk çeyreğine, gerek ikinci çeyreğine ait belgelerde yemin olayına sıkça rastlanmaktadır. Bazen bir mahallenin veya bir köyün gayrimüslim halkı, Müslümanlarda olduğu gibi, kendilerine kötülüğü dokunan birini mahkemeye şikâyet ederek, onun yaşadığı yerden sürülmesini sağlayabiliyorlardı. Kiliseleri tarafından evlendirilen gayrimüslim çiftler, aralarında sorun olduğunda şer‘î mahkemede kadı huzurunda boşanmayı tercih etmektedirler. Bunun en önemli sebeplerinden birisi kiliselerin, boşanmaya karşı çıkarak, taraflara ağır şartlar ileri sürmesidir. Gayrimüslim babalar, kızlarını evlendirirken damatlarına medarıma (drahoma) denilen bir miktar para veya eşya vermektedirler. Verilen bu para veya eşya boşanma hâlinde ya da kızların ölümü sonrasında geri talep edilmektedir.

Kıbrıs adasında yaşayan iki cemaat arasında en sık görülen ilişkilerden birisi mülk satışı sırasında ortaya çıkmaktadır. Satılan mülkler arasında evler, bahçeler, ağaçlar, su hakları, hayvanlar ve çeşitli eşyalar bulunmaktadır. Kıbrıs’ta devamlı akabilen akarsular fazla olmadığından, mevcut su kaynakları da az olduğundan dolayı adada bulunan her türlü su, adalılar için çok önemlidir.

Müslümanlarla gayrimüslimler arasında bazı dönemlerde ticarî ortaklıklar da kurulmuştur. Ayrıca iki toplum Kıbrıs’taki esnaf dallarında birbirleri ile dayanışma içerisinde üretim yapmaktaydılar. Gayrimüslimler Müslümanların hizmetinde çalıştıkları gibi, Müslümanlar da Hıristiyanların hizmetinde çalışabilmektedirler. İki toplum arasında, bazı durumlarda farklı uygulamalar görülmektedir. Bunlardan biri de Lefkoşa’da bulunan hamamlara gidiş günlerinde ortaya çıkmaktadır. Gayrimüslimler Salı ve Cumartesi günleri Müslümanlar ise haftanın geri kalan günleri Lefkoşa’daki hamamları kullanmalarına izin verilmiştir.

İki toplum arasındaki ilişkilerin en belirgin noktalardan birisi de İslâmiyet’e geçme olayı, yani ihtidadır. Osmanlı Devleti, egemenliğinde yaşayan gayrimüslim halkı, her yönden serbest bıraktığı gibi, kendi dinlerinde ibadet etmelerine veya mahkemelerde kendi ayinlerine göre yemin etmelerine de olanak tanımıştır. Hiçbir zaman dinlerini değiştirmeleri ve İslâmiyet’i seçmeleri için baskı yapmamıştır.

Lefkoşa Şeriye Sicillerinin Osmanlı Dönemi’nin tamamını kapsayan kısmı üzerinde yaptığımız çalışma sonucunda 487 kişinin ihtida kaydına rastladık. Bu rakama sicillerde çeşitli şekillerde geçen 28 (23’ü erkek-5’i kadın) mühtedi kaydını da eklersek 515 kişinin İslâm dinine geçtiğini görürüz. Osmanlı idaresinde İslâm dinini seçen 487 kişinin 223’i (%45,7) kadın (evli, dul ve bekâr) ile kız çocuğu ve 264’ü (%54,3) ise erkek ve erkek çocuklardan ibarettir.

Osmanlı döneminde adada, belgelere yansıyan çeşitli yıllara ait İslâmiyete geçme oranları 309 yılda 400 kişi, yani 1,19, 1580-1640 yılları arasında 56 yıllık bir dönemde 20 kişi civarında, yani 0,36, 1698-1726 döneminde 13 kişi, yani 0,46, 1726-51 yılları arası dönemde 68 kişi yani 2,7, 1769-1800 arası dönemde 31 yılda 121 kişi, yani 3,9’dır. İslâm dinini kabul etmek isteyen gayrimüslimlerin resmî işlemleri Lefkoşa mahkemesinde kadı tarafından yapılmaktadır. Bir gayrimüslimin Müslümanlığının kabulü için, mahkemede rüştünü ispat etmesi yeterli oluyordu. Eğer İslâmiyet’i seçen kişi küçük ise, ebeveynlerinin izni ile Müslümanlığı tercih edebilir, şayet kimsesi yok ise, kadının yardımıyla bir Müslümanın veliliğine verilip Müslüman yapılabilmektedir.

Kıbrıs adasının diğer kesimlerinde ve mahallelerinde olduğu gibi, başkent Lefkoşa mahallelerinde de Müslümanlar ile Hıristiyanlar bir arada samimi ve dostane yaşamaktaydılar. 18. yüzyılın ikinci çeyreğinde Kıbrıs adasında toplam 38 mahalle tespit edilmiştir. Bu mahallelerin sadece 8’inde Rumların kethüdaları bulunmaktadır. Farklı dinlere mensup grupların tamamen ayrı mahallelerde oturduğu yerleşim yerlerinin Lefkoşa’da hiçbir dönemde görülmediği söylenebilir.

Osmanlı idaresi sırasında Kıbrıs adasında hayırseverler tarafından birçok vakıf kurulmuştur. Kıbrıs adasında Müslüman kadınların erkekler gibi vakıf kurduklarına belgelerde rastlanmaktadır. Gayrimüslim kadın ve erkeklerin dahi ibadet ettiği manastırına yardım etmek için vakıf kurduğuna tanık olunmaktadır. Müslüman erkeklerin kurduğu vakıflara Kıbrıs muhassıllarından Ebubekir Paşa ibn-i İbrahim’in kurmuş olduğu vakıf örnek verilebilir. Söz konusu vakıf, Tuzla kazasına, şu an Bekirpaşa su kemerleri diye anılan kemerlerle, su götürmek amacıyla kurulmuştur. Ebu Bekir Paşa’nın yanısıra Lala Mustafa Paşa, Cafer Paşa, Abdullah Paşa gibi paşalar da Kıbrıs adasının çeşitli yerlerinde halkın yararı için vakıflar kurmuş hayırseverlerden sadece birkaçıdır.

Osmanlı Devleti, Kıbrıs’a imparatorluğun tamamında uyguladığı eğitim ve öğretim sistemini getirmiştir. Osmanlı ülkesinin genelinde olduğu gibi adadaki gayrimüslimlerin eğitim kurumlarının gelişmesini ve işleyişi serbest bırakılmıştır. Gayrimüslimlerin eğitim ile ilgili her türlü işlemlerin Ortodoks Kilisesi tarafından yapılmasına izin verilmiştir. Hattâ Osmanlı yönetimi 1864 yılına kadar Kıbrıs’ta kurulan Türk okullarına maddi yardım yapmamasına rağmen, adada kurulan gayrimüslimlerin okullarına Tanzimat Fermanıyla (1839) birlikte maddi yardım da yapılmıştır. Osmanlılar döneminde Kıbrıs’taki Müslümanların (Türklerin) eğitim kurumları Sıbyan okulları, Medreseler ve Rüştiyeler şeklinde idi. Kıbrıs’ta ilk sıbyan okulu Osmanlıların fethinden hemen sonra Lefkoşa’da kurulan Aya Sofya (Selimiye) sıbyan okulu idi. 1571’den 1878’deki İngiliz idaresine kadar Kıbrıs adasının çeşitli yerlerinde 29 sıbyan okulu kurulmuştur.

Kıbrıs adasının fethinden hemen sonra Kıbrıs’ta da medreseler açılmıştır. Kıbrıs’taki medreseler orta dereceli birer eğitim kurumuydular. Kıbrıs’ta ilk açılan ve en uzun süre eğitim veren medrese Lefkoşa’daki Büyük Medrese’dir. Osmanlı idaresinde adanın çeşitli bölgelerinde 10 medrese açılmıştır. Kıbrıs’taki Osmanlı devrinde modern anlamda eğitim yapan öğretim kurumu olan rüştiyelerden ilki 1860’da Lefkoşa’da Aya Sofya (Selimiye) Camii yanında açılmıştır. Lefkoşa’da açılan ilk rüştiyeden sonra Kıbrıs’ın değişik yerleşim yerlerinde sayıları 22’yi bulan birçok rüştiye açılmıştır. Kıbrıs adasında İngiliz idaresi başladığı 1878 yılında Kıbrıs adasının genelinde 65 Müslüman (Türk) okuluna karşı 83 Hıristiyan okulu vardır.

Her ülkede olduğu gibi Osmanlı Devletinde de köleler toplumun en alt sınıfını oluşturmaktadır. Kıbrıs’ta Osmanlı hâkimiyetinin ilk yıllarından itibaren erkek ve kadın köle satın alma ve beslemenin çok yaygın olduğu, kaynaklardan anlaşılmaktadır. XVI. yüzyılın sonlarında Kıbrıs limanlarından, özellikle Mağusa limanı, İmparatorluğun işlek köle yollarından birinin üzerinde yer almaktadır. Afrika, Kafkaslar ve Balkanlardan çeşitli milletlere ait pek çok erkek ve kadın köle, adaya getirilmektedir.

Osmanlı Devletinde köle edinme hakkının Müslümanlara tanındığı bilinse de, bazı dönemlerde bu görüşten farklı olarak, Kıbrıs’ta gayrimüslimlerin de köle sahibi olabildikleri görülmektedir. Kıbrıs adasında bulunan kölelerin çoğunluğunu zenci köleler oluşturmaktadır. Zenci kölelerin yanında Rusti (Rus), Acem, Gürcü ve Mısrî çeşitli milletlere mensup kölelere de belgelerde tesadüf edilmektedir.

Kıbrıs adası, tarihin değişik dönemlerinde, kuraklıklar, salgın hastalıklar, depremler, çekirge ve fare istilâlarına maruz kalmıştır. Kıbrıs’ı derinden etkileyen salgın hastalıkların başında veba, sıtma ve kolera gelmektedir. Tarihi boyunca Kıbrıs’ı en fazla etkileyen salgın hastalığın veba olduğu bilinmektedir. Veba, XIII. yüzyıl ortalarından XVII. yüzyıl sonlarına kadar Kıbrıs’ta oldukça etkili olmuştur. Bazen çok yaygın ve şiddetli olan bu hastalık ada nüfusunun yarı yarıya azalmasına neden olmuştur. 1692 yılında meydana gelen veba salgını sırasında Kıbrıs adasında yaşayan insanların 2/3 ölmüştür. 1835 yılında meydana gelen vebadan ise, Lefkoşa şehrinde yaşayanların üçte biri hayatını kaybetmiştir. Veba salgınları İstanbul’da ortalama 4 yıl sürerken, Güney Anadolu’da bu süre 1,37 yıl ve Kıbrıs adasında ise 1,5 yıldır. Kıbrıs adasında bulunan konsolosların baskısı ile bir çeşit karantina uygulaması yapılmaya çalışılmaktadır. Vebanın adaya gelmesini önlemek için Mağusa gibi liman kentlerine gelen yabancılar 40 gün limanda bekletilmekteydiler. Kıbrıs adasında imparatorluğun genelinde olduğu gibi tam bir karantina teşkilatı ancak 1840’lı yıllarda kurulacaktır.

Sıtma, Kıbrıs adasında özellikle yaz aylarında ve sonbahar başında etkili olmaktadır. Kıbrıs’ta yağmurların bol olduğu yıllarda sıtmadan kurtulmak neredeyse imkânsızdı. Kaynaklar sıtmanın XIV. yüzyıl sonlarında adaya özellikle Mağusa şehrine geldiğinden bahsetmektedirler. Adada sıtmanın en fazla görüldüğü şehirler Mağusa, Tuzla ve Limasol’dur. Ayrıca Mesarya bölgesinde de yağışların fazla olduğu dönemlerde sıtma görülmektedir. Lefkoşa ve Girne gibi şehirler ise bulundukları coğrafî konum nedeniyle sıtmadan büyük ölçüde korunmaktadırlar. Adalılar sıtmadan kurtulabilmek için ya adayı terketmişler ya da sıtmanın ulaşamayacağı dağlık bölgelere göç etmişlerdir. 1710 yılında Tuzla’da meydana gelen sıtmadan pek çok kişi ölmüştür.

Kıbrıs’ta toplumu etkileyen bir başka salgın hastalık ise koleradır. Koleranın veba kadar olmasa da bazen ölümlü vakalara sebebiyet verdiği kaynaklardan anlaşılmaktadır. Seyyahlar, 1832 yılında Tuzla kazasında koleradan ölen insanlardan bahsetmektedirler.

Kıbrıs’ta görülen kıtlığın başlıca birkaç nedeni bulunmaktadır. Bunlar arasında yağış azlığı ile fare ve çekirge istilâlarını sayabiliriz. Kıbrıs adası bulunduğu coğrafya bakımından bazı yıllar kurak bazı yıllar ise yağışlı olmak üzere değişken bir iklim yapısına sahiptir. Bundan dolayı bazı dönemler ada oldukça az yağış alabilmektedir. Kıbrıs adasında, kıtlık zamanlarında, devlet halka yiyecek ve tohumluk zahire dağıtmaktadır. Ayrıca reayanın vereceği vergilerde indirime gidildiği gibi, gerekli zahire Güney Anadolu ve Suriye’den temin edilmektedir.

Kıtlığa neden olan zararlıların başında çekirgeler gelmektedir. Çekirgeler, adadaki kolakas (gölevez) bitkisi dışında her türlü yeşil bitkiye zarar vermektedirler. Bazı dönemlerde çekirge istilâları yıllarca sürebilmekteydi. 1839-1844 seneleri arasında Kıbrıs’ta beş yılı aşkın bir süre çekirge istilâsı hüküm sürmüştür. Çekirgeler güneyden kuzeye doğru yol aldıkları için Kıbrıs adası çekirgelerin geçiş yolları üzerinde bulunmaktadır. Kaynaklarda Kıbrıs’ın çekirgelerle 1351 yılında tanıştığından bahsedilmektedir. Çekirgelerle ilk önceleri dinî yöntemlerle mücadele edilmeye çalışılmıştır. Bu mücadele içerisinde kutsal topraklardan getirilen sular kullanılmıştır. Daha sonraki yıllarda çekirgelerle mücadelede birçok yöntem denenmiştir.

Kıbrıs adasında çeşitli yıllarda irili ufaklı birçok depremin olduğu bilinmektedir. 1734 yılında meydana gelen depremde Aya Sofya Camii (Selimiye) büyük zarar görmüş ve üçte ikisi yıkılmıştır. Söz konusu yılda Kıbrıs’ta meydana gelen deprem Mağusa şehrinde de 200 Türk’ün ölmesine yol açarken, kentin büyük bir kısmı da zarar görmüştür.

Kıbrıs adasında, sağlıklı bir yaşam için bazı tıbbî çalışmaların yapıldığına tanıklık eden bilgiler belgelerde yer almaktadır. 1726-50 arası dönemde Kıbrıs’ta fıtık, mesane (sidik torbası) ve ilgâ-yı cenin (kürtaj) ameliyatların yapıldığı kaynaklardan öğrenilmektedir. Osmanlı döneminin genelinde Kıbrıs’ta sicillere en fazla fıtık ameliyatının yapıldığı yansımaktadır. 1709 yılında Kıbrıs’ta bir fıtık ameliyatı 12 kuruşa yapılırken, aynı ameliyat Girit adasında 1686 yılında 7 kuruşa yapılıyordu. 1730 yılında ise adada fıtık ameliyatının fiyatı 15 zincirli altındır.

* Prof. Dr. Ali Efdal Özkul’un aynı başlıklı makalesinden alınmıştır.