SKYLIFE : Sonbaharda Kuzey Kıbrıs Başkadır

 

Yazı : Ayça Özer

Fotoğraf : Ali Haydar Yeşilyurt

Takvim yapraklarına bakıp yaz bitti diye üzülmeyin. Kuzey Kıbrıs’ın sonbaharı tatil mevsimini sizin için uzatıyor. Eğer tatile doymadıysanız ya da yoğunluk sebebi ile fırsat bulamadıysanız valizinizi hazırlamaya başlayın.

Kuzey Kıbrıs, Akdeniz’in güzel sıcak suları ve kumsalları sayesinde deniz ağırlıklı bir tatil için ideal ve bilinen yerlerden biri. Ama burada zamanı hep suda geçirmemek lazım çünkü ada; doğası, tarihi mirası ve daha birçok zenginliğiyle tam bir keşif alanı.

Aslında “Neden sonbaharda Kuzey Kıbrıs?” sorusuna bir çırpıda verilecek en az beş yanıt sayabiliriz. Birincisi deniz, Antik Mısır’a Kuzey Kıbrıs’ın kumsallarından kum taşıdığı rivayeti boşuna değil. İncecik kumlarıyla göz alabildiğine uzanan deniz sezonu sonbaharda da en güzel günlerini yaşıyor. İkincisi adanın sakinlik isteyenlere sakinlik, eğlenmek isteyenlere eğlence sunması.

 

İster Girne Limanı’na bakan bir noktada kahvenizi içerken güneşin batışını izleyin, ister Gazimağusa’nın birbirinden ferah caddelerinde bir bankta oturun, ister Akdeniz’in en bereketli dalış noktalarını keşfedin, ister Lefkoşa sokaklarında kaybolun, ister Avrupa’nın en büyük golf sahalarını ziyaret edin… Burada can sıkıntısına zaman kalmıyor.

 

İyi bir planlamayla ada, kısa tatiller için de ideal bir alternatif. Trafiğin soldan aktığını hesaba katıp şoförlüğünüze güvenirseniz, en uzağı 2 saat süren mesafeleri rahatlıkla kat edebilirsiniz. Bu da sizi Akdeniz’in en güzel kıyılarına ulaştırır. Ama Kuzey Kıbrıs’ı gezmeye Lefkoşa’dan başlayın… Bu şehrin denize kıyısı yok ama başkent olması ve merkezdeki konumuyla konaklama için ideal bir şehir. Lefkoşa’nın sokakları ve tarihi ayrıca ilgi çekici, bu yüzden gezmeye adanın acılarına tanıklık eden Barbarlık Müzesi’nden başlayın ve Selimiye Camii’ne uzanan bir yürüyüşe çıkın.

Kuzey Kıbrıs’ın yatay mimarisi insanı dinlendirir. Çoğu en fazla iki katlı evlerden oluşan Lefkoşa’nın içindeki eski şehirde yürürken, karşınıza loş kapıların ardında küçük bahçeler çıkar. Bunların bir kısmı dükkân avluları, bir kısmı kafe olduğundan her an keyfe keder bir mola verip meşhur Kuzey Kıbrıs limonlarından yapılmış bir limonata içebilirsiniz.

 

Sonbahar güneşinin ve palmiye ağaçlarının altından yürüyerek ulaşacağınız Lefkoşa’nın sonbaharda-kuzey-kibris-baskadir-05_27e48dfd9a357b543d29f09b00ddaaffKapalı Çarşısı, şehrin en güzel ve iştah açan yerlerinden biridir. Henüz dalından toplanmış zeytinler, zeytinyağları, salkım salkım üzümler, hünnaplar, Kuzey Kıbrıs’ın envaiçeşit keçiboynuzları… Bir salkım üzüm tarttırıp yıkatın ve hemen oracıkta yiyenler arasına katılın.

Rotanın son durağı olan Selimiye Camii, eski şehrin merkezinde yer alıyor. Kuzey Kıbrıs’ın en eski eserlerinden biri olan bu yapı, aslında St. Sophia Katedrali adıyla Lüzinyanlar döneminden kalmadır ve turist kafilelerinin uğrak noktalarından biridir. Paris’teki Notre Dame Katedrali’nin bir benzeri olarak inşa edilen ve gotik mimari anlayışını yansıtan katedral, 1326 yılında ibadete açılmış. Adanın Osmanlı İmparatorluğu döneminde fethiyle beraber 1571’de camiye çevrilmiş.

 

Lefkoşa’nın tarihî ve ilgi çekici yapılarından biri olan Büyük Han, mutlaka gezilmesi gereken noktalardan bir diğeri. Şehrin eski ticaret bölgelerinden Asmaaltı Meydanı’ndaki bu handa hediyelikler, el işi ürünleri ve antika eşya satan dükkânlar bulunuyor, çeşitli kültürel etkinlikler düzenleniyor. Taş mimarisi ve serinliğiyle ferah ve keyifli bir ortam sunan Büyük Han’da Kuzey Kıbrıs mutfağıyla tanışıp üstüne Türk kahvesi içebileceğiniz bir restoran bulunuyor

Konaklama için Lefkoşa’yı seçerseniz ertesi sabah adanın doğudaki en uç noktası Karpaz Yarımadası’na doğru yola koyulun. Lefkoşa’dan yaklaşık 2 buçuk saatlik uzaklıktaki bölgede Kuzey Kıbrıs’ın en cazip tatil noktalarından biri.

Karpaz Yarımadası’nın en uç noktasında Apostolos Andreas Manastırı var. Bu manastırın Hazreti İsa’nın havarilerinden Andreas’ın gösterdiği kerametle kurulduğuna inanılıyor. Rivayete göre, Andreas deniz yoluyla Kutsal Topraklar ve Kudüs’e giderken gemide su sıkıntısı baş gösterir. Andreas gemiden inerek manastırın bulunduğu yere bastonuyla vurur ve oradan su fışkırmaya başlar. Fışkıran suyla bir gözü kör olan geminin kaptanının gözünü iyileştirir. Buraya XV. yüzyılda küçük bir şapel inşa edilmiş. Suyun bulunduğu ve günümüzde de aktığı yere sonrasında XVIII. yüzyılda bir manastır kurulmuş, binanın günümüzdeki dış cephesini oluşturan bölüm de XIX. yüzyılda yapılmış.

Milli Park’ta dolanan yaban eşeklerini görmek için çaba sarf etmenize gerek kalmayacak, arabaya başlarını teklifsizce uzatıyor ve avantalarını istiyorlar. Yanınızda onlar için atıştırmalık bulundurun, zevkle yiyecekler.

 

Sonra Salamis Antik Kenti’ne uğrayın. Salamis, milattan önce XI. yüzyıla kadar giden bir antik şehir. Yine bir rivayete göre, Antik Yunanistan’da yaşayan Salamis adlı bir prens tarafından Truva savaşlarından sonra kurulmuş. Sırasıyla Helenistik, Roma ve Bizans dönemi izlerini taşıyan bu şehirde eski hamam yapıları, sportif faaliyetlerin yapıldığı gymnasium ve antik tiyatro var.

 

 

Lefkoşa ve Girne’ye arabayla yaklaşık bir saatlik mesafedeki Gazimağusa, Kuzey Kıbrıs gezinize renk katacak bir başka şehir. Üzerine türküler yakılan Gazimağusa Limanı, Shakespeare’in ünlü tragedyasında adı geçen Othello Kalesi, Aziz Nicholas Katedrali gibi kiliseler ve manastırlar, Gazimağusa Zindanı bu şehrin tarihi mirasının bir bölümünü oluşturuyor. Şehrin odak noktasındaki Lala Mustafa Paşa Camii, geniş bir meydanın orta yerinde ve en az kendisi kadar şöhretli olan tarihî cümbez ağacı ile gelenleri ağırlıyor. Yılda 7 kez meyve veren ağacın sadece dişi olan meyveleri, önce küçük çentikler atıldıktan sonra yenilebiliyor. 700 yaşını aştığı söylenen bu ağaç, selfie’cilerin gözdesi.

 

 

Girne, Kuzey Kıbrıs’ın Gazimağusa ile Dipkarpaz gibi keyifle gezeceğiniz üçüncü şehri. Bu eski şehrin hemen tepesindeki Bellapais Manastırı Kuzey Kıbrıs’ta sıkça karşılaşacağınız gotik mimarisiyle kendini gösterecek. XV. yüzyıldan kalma yapı Girne’ye hâkim manzarasıyla gece gündüz ziyaretçi akınına uğruyor ve aynı zamanda konserlere, sergilere de ev sahipliği yapıyor. Geldiğinizde bunlardan biriyle karşılaşmanız işten değil.

Limanın ucundan Akdeniz’e bakan Girne Kalesi, kıyıya kümelemiş teknelerin, sahildeki turistik tesislerin, içeride zambak, begonvil, yasemin kokularıyla kaplı dar sokakların hamiliğini sürdürmeye devam ediyor. Girne’nin altın kumsalları ve mavi denizinde yaza veda etmek sizi şehri gezmekten alıkoymasın; kaledeki kral mezarlarıyla gemi batıklarını gördükten sonra Beylerbeyi (Bellapais) Köyü’ne gidip Bellapais Manastırı’nı, VII. yüzyıldan kalma St. Hilarion Kalesini ve buradaki muhteşem Girne panoramasını izlemeyi unutmayın.

 

Yine Girne’nin biraz dışında yer alan Karaman Köyü İngilizler tarafından inşa edilmiş ve sakinleri çoğunlukla İngilizlerden oluşuyor. Mavi panjurlu evlerin ve begonvil salkımlı sokakların sergilediği Akdeniz kasabası atmosferinde bir öğlen yemeğinin ve sakinliğin tadını çıkarabilirsiniz. Gerek

 

Girne’de gerekse Kuzey Kıbrıs’ta yerel mutfağın en gözde yemekleri arasında şeftali kebabı ve kuzu etiyle servis edilen molehiya başı çekiyor. Sofranızı süsleyecek farklı lezzetler ararsanız, Çakıstes denilen ve kişnişle harmanlanan ufak zeytinleri, tuzlu ve az tuzlu satılan hellim çeşitlerini, ceviz ve patlıcan reçelleri gibi yerel lezzetleri tadabilirsiniz.

 

Girne sokaklarında sıkça karşınıza çıkan marketlerdeki kahve ve çay çeşitliliği nedeniyle raflarda epey oyalanabilirsiniz. Kuzey Kıbrıs dönüşünde bunlara yer ayırmak için yola valizini çok doldurmadan çıkmanızı öneririz.

 

Bir şey daha; Girne’de gün batımını izlemeyi unutmayın, sonbaharın etkisiyle yavaş yavaş bulutlanan gökyüzü ve engin deniz, size güzel bir Akdeniz akşamı yaşatacak.

.